Bir zamanlar diye başlayan hüzünlü cümlelerin ortak özelliği midir devamındaki sonradan fark edilmiş güzellikler?
Kadri kıymeti bilinmemiş geçmiş zamana duyulan pişmanlık, insan bünyesinin ortak alanı mıdır?
Halbuki, bir zamanlar dediğimiz zamanlar,
Geçmişte “Şimdiki zaman” olduğunda da şikayetçi değil miydi insanoğlu?
Ee peki buraya kadarını anlayabildiysek,
Bundan sonrası mutlu olmaya yeterli cephaneyi içermez mi?
Hayat bir andan ibaret değil mi?
Her dert her sıkıntı geçmedi mi?
Her sevinç her mutluluk da bitmedi mi?
Yani???
Kalıcı değil ki hiç bir şey...
“Kalıcı” olanın neler olduğunu anlamak belirli bir tecrübeden sonra giriyor insanın kafasına.
En azından benim kafama girmesi kırk yılımı alsa da hiç anlamamış olmaktan iyidir diye düşünüp kendimi teselli ediyorum.
Neyse işin bu kısmı benim sorunum,
Sizi bunla yormayayım.
Birileri bir şeyler yaşıyor,
Aslında başımıza gelenler de,
Şu hayatta tanıklık ettiğimiz her şey de,
Bir sebeple oluyor.
Birileri acı çekiyor,
Birileri ölüyor, öldürülüyor.
Birileri turnayı gözünden vuruyor.
Ve hayat size dönüp bunlardan ne anladığınıza bakıyor.
Doğru algılayanlar,
Sabah güneşin sağlıkla üzerimize doğmasına sevinen.
Basit şeylerin içindeki mutluluğu çıkarabilenler oluyor.
Pes etmeyen, nefretle, kinle, hırsla hayatını ve hayatları zehir etmeyecek kadar akıllanmış oluyor.
Ben Neslican Tay’ın hikayesinden bunları çıkardım.
Onun görevi de buydu diye düşündüm.
Şikayet ettiğimiz her şeyden utanmamız gerektiğini.
Sağlığın gündelik saçma dertlerden misli ile önem içerdiğini.
Hiç bir şeyin bizim olmadığını olmayacağını,
Kendi bedenimizin bile yarın sabaha yekpare bir biçimde bizimle olamayacağını.
Garanti olmadığını,
Kesin diye bir şeyin bu hayatta asla kesin olmadığını.
Tek gerçekliğin iyi köprüler kurabilmiş
Sevgi hissetmiş ve hissettirmiş olmanın.
O anı kendinle ve herkesle dolu dolu yaşamanın.
Tek gerçeklik olduğunu anladım.
Hayat tek bir an arkadaşlar,
O da şu an işte...
Ben Neslican’a buradan selam ederim.
Hiç bir şey boşuna değildi.
Harika bir görevle geldi,
Kafamıza vura vura öğretip gitti.
Hayatımda gördüğüm en güzel gülümsemeydi.
Yarı yaşımdaydı,
Çocuktu...
Ama benden, bizden öyle büyüktü ki…
Belki de bu yüzden gitmesi gerekti.
Bizi sol bacağımızla baş başa bırakıp,
Düşünün dedi...
Çünkü düşünmek insan işiydi...